Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret

1984 ve Cesur Yeni Dünya. Günümüz dünyasına en yakın ve en çok tartışılan distopik dünya tasfirleri. Birbirleri ile sık sık karşılaştırılmalarına rağmen Cesur Yeni Dünya’nın sunuşunda da Margaret Atwood tarafından sıkça vurgulandığı gibi Cesur Yeni Dünya’nın bir adım önde olduğu bir gerçek.

Geçtiğimiz ay Aldous Huxley’in 1932 yılında kaleme aldığı ve 2. Dünya savaşının arifesindeki dünyanın sinyallerinin sezildiği muhteşem bilim kurgu klasiği Cesur Yeni Dünya’sını okumaya karar verdik. Kitabın İthaki yayınlarının en sevdiğim serisi Bilim Kurgu Klasiklerinden çıkmış olan versiyonunu okuduk. Hemen ardından Huxley’in yine İthaki Yayınlarının Modern Klasiklerinden çıkmış olan Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret kitabını okuduk. Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret ise Cesur Yeni Dünya’nın üzerinden 30 yıl geçtikten sonra Huxley tarafından kitabına yaptığı yorumları ve incelemelerini barındırıyor.

Cesur Yeni Dünya günümüz dünyası sorunlarına çok radikal çözümlerin bulunduğu kendi içerisinde yaşayan insanların bir şekilde mutlu olduğu ve kendilerine göre ütopyayı yaşadıkları bir distopya tasfiri. Bu düzenin dışından gelen, şuanda yaşadığımız hayata daha yakın bir yaşam süren “vahşi”‘nin cesur yeni dünya’ya ayak basması ile yaşananlar ele alınıyor. Kitabın sunuşunu Damızlık Kızın Öyküsü’nün yazarı Margaret Atwood yazmış. Serdar Kuzuloğlu’nun karantina günlerinde hazırladığı Zihnimin Kıvrımları podcast’inde dediği gibi bir kitabın önsözünü asla ilk sırada okumayın. Ben okudum, bende pek yer etmedi. Kitabı bitirdikten sonra tekrar okudum, muhteşem bir sunuş olmuş. Son söz, sunuş ve önsözler kitabı anlamaya ve yorumlamaya oldukça katkı sağlamış.

Cesur Yeni Dünya’nın tasfir ettiği dünya içerisinde yaşayan, şartlandırılmış ve doğal bir kast sistemine göre kontrollü olarak dünyaya getirilmiş halkın kendi içerisinde mutlu olduğundan bahsettik. Huxley’in 1958 yılında vermiş olduğu bir röportajda da belirttiği gibi Cesur Yeni Dünya’nın 1984’ten ayrıldığı en temel nokta burası. 1984’te yaşayan halk mutsuz ve rejim tarafından korku ve güç kullanarak bu dünyada yaşamaya zorlanırken, Cesur Yeni Dünya’da halk mevcut yaşamlarını tercih edecek genetik olarak seçilip doğum sonrasında şartlandırılıyor. Huxley olası bir diktatörün isyan etmeyecek ve mutlak itaat edecek bir halk yaratmak için kullanabileceği bütün araçları çalışıp sunmuş.

Orjinal röportajın tamamının Türkçe altyazılı olarak hazırlanmış versiyonu.

Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret 110 sayfalık nispeten kısa bir kitap olmasına rağmen okunması oldukça zor. Bazı bölümleri akmak bilmiyor maalesef. Ama çok kafa açıcı bir kitap, bilim kurgunun gerçek bilimsel çalışmalardan nasıl esinlendiğini gösteren bir not defteri adeta. Huxley’in kitabı yazarken Pavlov gibi pek çok bilim adamının yaptığı çalışmalardan esinlendiğini görüyoruz. Günümüz dünyasındaki sorunları aşırı nüfus ve aşırı organizasyon olarak tanımlayan Huxley, bu sorunlara Cesur Yeni Dünya’da uyguladığı çözümleri bölüm bölüm inceliyoruz. Doğum kontrolünden kast sistemine, psikolojik şartlandırmadan uykuda şartlandırmaya çok ilginç “çözüm”‘leri zaman zaman Huxley’in savunduğunu düşünmedim değil.

Ayrıca bir güzel haber, NBC tarafından yayın tarihi 15 Temmuz 2020 olarak duyurulan Cesur Yeni Dünya’nın tv dizisinin teaser’ını yayınladı. Karantina sonrası yaz döneminde izleme listesine alalım.

Slayer – The Repentless Killogy – Bluray İncelemesi

God hate us all !

Uzun zamandır Kadıköy’de Hammer Muzik’i ziyaret etmemiştim, hayırlı bir vesile için ziyaretim ve Slayer’ın The Repentless Killogy bluray diskini aldım. Lise yıllarımda, ergen metalci gençliğimin unutulmaz soundtrackinde yer alan hala zaman zaman severek dinlediğim bir grup. 1998 tarihli Diabolus in Musica albümüne kadar sıkı takip ettiğim ama sonrasında çıkardıkları albümlere, belki artık yaş almaktan kaynaklı belki de gerçekten eskisi gibi müzik yapmadıkları için çok hakim olamadığım bir trash metal grubu.

Nuclear Blast’tan çıkan The Repentles Killogy 140 dk’lık film, konser ve bir animasyon içerikten oluşuyor. Diskin içeriği, arka yüzüne baktığınızda ya da internette yaptığınız araştırmalarda anlaşılır değil. Ana içerik olarak disk ile aynı ismi taşıyan bir hikayeden oluşan klipler topluluğunu barındırıyor, oldukça farklı bir formatta sunulan bir aksiyon filmi gibi düşünebilirsiniz. Klipler aynı hikayenin devamı şeklinde bir intikam hikayesini takip ediyor. Oyunculuk, hikaye ve parçalar pek ilgimi çekmese de Tom Araya ve Slayer için izledim. Oldukça şiddet içeren sahneler barındıran içerik zaman zaman sizi yerinizden zıplatıyor. Bolca akan kan, çıkan gözler ve kırılan kemikler ardarda geliyor. 2015 yılında çıkan Repentless parçasının klibi, The Repentless Killogy’nin bir parçası aslında. 2015’te çekilmiş bir içeriğin 2019’da bu formatta piyasaya sürülmesi ilginç geldi bana.

Ana içeriğin hemen ardından California’da Forum in the Inglewood’da gerçekleşen konser kaydına ulaşabiliyorsunuz. 34 parçadan oluşan bu muazzam konserde maalesef Black Magic yok ! War Ensemble, Dead Skin Mask, Chemical Warfare ve Angel of Death gibi artık klasikleşmiş Slayer parçaları ile Repentless, Disciple gibi benim için yeni sayılabilecek parçalar bir arada harika bir konser. Alevli sahne şovu ve ambiyans gayet etkileyici. The Repentless Killogy filminin finalinde yer alan konser görüntüleri de bu konserden alınmış. Filmi ve konseri ard arda izleyince, konser sırasında her an filmde yer alan kovalama sahnelerine rastlayacakmış hissi veriyor.

Diskin içerisinden kitapçık ya da konser kaydının set listi çıkmıyor. Menü içerisinde yer alan set list üzerinden parçalara hızlıca erişebiliyorsunuz.

Diskin en sonunda ise Repentless için hazırlanmış animasyon yer alıyor. Storyboard çizimlerine benzeyen çizimlerden oluşan animasyon, efsanevi konserin üzerine çok da ilgimi çekmedi açıkçası.

Bir Nazım Hikmet Ayı

Microsoft’un kurucusu Bill Gates bildiğiniz gibi emekliye ayrıldı ve kendini çeşitli sosyal sorumluluk projelerine verdi. Bir yandan projeleri hakkında onlarca kitap okurken bir yandan da projelere aktif olarak katkı sağlamaya çalışmakta. Bu konu ile alakalı Netflix’te yayınlanan üç bölümlük Inside Bill’s Brain belgesel dizisini tavsiye ederim. Medium.com’da etkili kitap okuma ile alakalı bir çok makale mevcut, bunlardan birinde Bill Gates’in, ki kendisi oldukça sıkı bir kitap okuru, kitaplarını nasıl okuduğunu ve nasıl unutmadan maksimum fayda sağladığını anlatılmış. Bill Gates kitabı okumadan önce yazar, konu ve eserle ilgili bilgi edinip sonrasında kitabı okurmuş. Böylelikle konuya daha hakim olabildiği için daha hızlı ve akılda kalıcı bir okuma yaparmış.

Netflix’ye yayınlanan üç bölümlük Inside Bill’s Brain belgesel dizisi

Bu fikirden esinle, geçtiğimiz aylarda aldığım ve izlemek için sabırsızlandığız Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu’nu izlemeden önce, Nazım Hikmet hakkında bilgi sahibi olmaya sonrasında bu DVD’yi izlemeye karar verdik. Bill Gates’in tekniğinin biraz tersi oldu ama amaca uygun oldu bence. Şiir okumayan ve şiirden pek de haz almayan biri olarak Nazım Hikmet hakkındaki bilgimin oldukça sınırlı olduğunu Enver Aysever’in Tepeden Tırnağa İsyan Nazım Hikmet kitabını okurken anladım. İnsan bir konuda cahil olduğunu, konu hakkında bilgi edinmeye başladığında daha net görüyor.

Enver Aysever’in Tepeden Tırnağa İsyan Nazım Hikmet Kitabı

Öncelikle Enver Aysever’in kitabı hakkında nacizane yorumlarımı iletmek isterim. Tepeden Tırnağa İsyan Nazım Hikmet oldukça akıcı bir kitap, daha ilk sayfalardan hızlıca ilerliyorsunuz. Okuduğum ilk Enver Aysever kitabı bu kitap ve kısa bölümler şeklinde yazılmış akıcı anlatımı oldukça hoşuma gitti. Kitap bir biyografi olmasına rağmen şair hakkında verdiği bilgileri net tarihler vermeden, hikayemsi bir havada anlatıyor. Kurgu bir karakter gibi takip ediyoruz Nazım Hikmet’in hayatını. Bu yaklaşım belki kitabın rahat okunmasını sağlayan, biraz yadırgasam da daha fazla detay ister miydim diye düşününce bu yaklaşım daha uygun geldi bana. Bazı kısımlarda iki olay arasında ne kadar süre geçtiğini, ya da konu olan olayın hangi yıllarda yaşandığını merak ettiğiniz bölümler oluyor. Buralarda kitaptan ayrılıp, telefonunuzdan ek bir araştırma yapmak gerekiyor.

Bir gazeteci olan Enver Aysever’in kaleme aldığı bir biyografinin tarafsız ve objektif olmasını beklerdim ama kitap oldukça yanlı yazılmış. Kitabın son bölümünde kendisinin de dile getirdiği gibi biraz “esirgemiş” Nazım Hikmet’i. Özellikle şairin hayatına giren kadınlarla alakalı bölümlerin tamamında yazarın neden böyle davrandığı ile alakalı adeta bir savunma okuyor olmak, altında yatan sebepleri yazarın çektiği acılara, mahpusluğa, ya da memleketinden uzakta olmasına bağlıyor olmak biraz can sıkıcı. Bütün bunları gözardı edersek, kitap oldukça akılda kalıcı, akıcı ve zevkle okunuyor.

Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu

Oratoryo, orkestra ve koro ile yapılan tiyatroya yakın eserlere verilen isim. Fazıl Say’ın 30’lu yaşlarında Nazım Hikmet’in şiirlerini ve hayatını temel alarak bestelediği Nazım Oratoryo’su 2000’li yılların başında Ecevit Hükümeti döneminde Kültür Bakanlığı tarafından, Nazım Hikmet’in 100. doğum günü dolayısıyla fonladığı bir proje olarak başlamış. Fazıl Say halihazırda benzer bir çalışma üzerine çalıştığı için projeyi Genco Erkal olması şartıyla kabul etmiş. Genco Erkan’da Fazıl Say ile görüştükten sonra ikna olup esere ilk gününden dahil olmuş.

Nazım Oratoryosu, CD ve DVD Ada Müzik etiketiyle piyasaya çıkmış. Eser çok görsel olduğu için DVD versiyonu tercih edilmelidir diye düşünüyorum. Hatta Ada Müzik’in youtube kanalında eserin tamamını izleyebilirsiniz.

Beş bölümden oluşan oratoryo Nazım Hikmet’in yaşamının değişik dönemlerinde yazdığı şiirlere göre bölümlenmiş. Genco Erkal, Güvenç Dağüstün ve Serenad Bağcan ile çocuk solistler tarafından seslendirilen şiirlere Nazım Hikmet Korosu ve Fazıl Say Festival Orkestrası eşlik ediyor. Nazım Hikmet Korosu ve Fazıl Say Festival Orkestrası, 2014’de Fazıl Say’ın hükümet ile yaşadığı problemler ve eserlerinin Kültür Bakanlığı programlarından çıkarılması üzerine kurulmuş.

Oratoryo adeta bir tiyatro gibi heyecan ile bir solukta izleniyor. İlk fırsatta canlı izlemeyi kafaya koydum. Yer yer şiirlerin sözlerini takip etmek zor olabiliyor, DVD’de yer alan altyazı seçeneği izleyicinin eseri daha rahat takip etmesini sağlıyor.

DVD’nin ekstralarında yer alan 22dk’lık belgesel, Nazım Oratoryosu’nun yapım sürecine odaklanıyor. Fazıl Say, solistler, orkestra şefi ve koro ile orkestra üyelerinin röportajlarını içeriyor. DVD’nin içerisinden çıkan kitapçık, oratoryodaki şiirlere ve biyografilere yer vermiş oldukça kapsamlı bir kitapçık.

Fazıl Say’ın Güz Şarkıları Albümü

Fazıl Say’ın Nazım Hikmet ile birlikte Ömer Hayyam, Orhan Veli Kanık, Cemal Süreyya gibi bir çok şair’in şiiri için bestelediği parçalardan oluşan İlk Şarkılar ile Güz Şarkıları albümleri oldukça ilgimi çekiyor. Yine Hazım Hikmet ayım içerisinde rastladığım Güz Şarkıları albümünün açılış parçası Güz oldukça güzel ve içinde bulunduğumuz ayın mevsimine uygun bir parça oldu rastlantı ile. Tepeden Tırnağa İsyan’ı okurken bir yandan da Güz’ü dinlemenizi tavsiye ederim. Adeta kitabın tamamlayıcısı gibi oluyor, birlikte çok daha güzel bir keyif veriyor.

Kahramanlar Parmaklarımızın Ucunda

Öncelikle belirtmek isterim ki bu yazı bir oyun incelemesi değil. İlginç ve birbiri ile alakalı bulduğum oyunlar ve içeriklerin değerlendirmesi.

Video oyunlarının tamamı, oyuncuların kontrolü ve oyun içi yaptıkları tercihler ile kahramanlarını yönlendirdiği, oyuncunun kahramanı başarıya veya hazin sona götürdüğü bir hikaye akışı şeklinde tasarlanmakta. Oyunlarda kendimizi kahramanımız ile özdeşleştirip, onunla birlikte hikaye içerisinde dolaşırız. Başarılı oyunlarda bu hikaye öyle etkilidir ki oyun oynarken duygularımıza karşı koyamaz gerçek hayattaki gibi tepkiler veririz. Deadspace serisi veya Last of Us gibi oyunlarda bu kadar gerilim ve korku hissetme sebebi de bu oyunların bizi içlerine bu seviyede alabilmesidir.

Geçtiğimiz yıllarda PS3 ile oynama fırsatı bulduğum Heavy Rain ile kendi adıma daha önce tecrübe etmediğim yepyeni bir oyun tarzı ile karşılaştım. Oyunda kurgulanan hikayeye ve akışına göre birden fazla karakteri yönetip hikayeyi adeta kendim yönlendirebiliyordum. Yönettiğim karakteri, günlük hayatta olduğu gibi sürekli seçimler yaparak gizemli olayları çözmeye çalışıyordum. Oldukça akıcı ve etkileyici bir hikayesi olan oyun adeta bir sinema filmi gibi hikayeyi bana yaşatıyordu.

Heavy Rain’den bir seçim sahnesi

Until Dawn adlı oyun PS4’e geçme vakti geldiğinin göstergesiydi benim için ve bu seçimli oyunlarda yepyeni bir dönemi açtı. Until Dawn, adeta 80’ler Wes Craven filmlerini andıran bir hikaye ile ilerlerken yönettiğim sekiz karakterin her bir seçimi onların ruh hallerini, birbirleri ile ilişkilerini, başlarına gelecek olayları yönlendiriyor ve hatta hayatlarını sonlandırabiliyordu. Her seçim hikayeyi ayrı bir yöne yönlendirdiği için çok etkileyici bir tecrübe idi. Buna ek olarak bölüm aralarında sunulan içerikte anket ile sizi tedirgin eden seçimleri yapmanızla birlikte hikaye tam olarak size özel bir korku seansına dönüşüyor. Karakterler sizin seçimlerinize göre birbirlerine yaklaşıyor, ilgi duyabiliyor, dost olabiliyor ya da düşmanca hareket edebiliyorlardı. Kimi karakterleri öyle benimsiyordum ki, bir seçimimle başlarına gelenler beni oldukça üzüyordu.

Until Dawn’da Rami Malek’in modeli olduğu Brendan’ın karakter özellikleri

Bu tarz interaktif oyunlarıyla ünlü Quantic Dream’ın çıkardığı Beyond Two Souls, Heavy Rain’i aratmayan bir oyun olarak oldukça ilgili çeken bir oyundu. Artık yaptığımız tercihlerin dünya çapında yapılan tercihler arasındaki yüzdelik dilimlerini izleyip hikayenin akışındaki dallanmaları takip edebiliyorduk.

2018 yılında yine Quantic Dream’ın piyasaya sürdüğü Detroit: Become Human, çıtayı daha yukarı taşıyarak muhteşem bir hikaye ve seçimlerimin hikayeyi derinden etkilediğini farkettiren bir oyun deneyimi sundu. Yoğunluktan dolayı oynamaya ancak fırsat bulabildiğim
Detroit: Become Human, tarzının en iyisi. Öyle ki oyunun menüsündeki android bile beni her karşıladığında şaşırtıyor, oyunun sonlarına geldiğim şu günlerde verdiği tepkiler dakikalarca menüde kalıp ne olacağını izlememi sağlıyor. Oyunda 2038 yılında Detroit eyaletinde insanlar ile yapay zekaya sahip androidler beraber yaşıyorlar. İnsanların hakimiyeti altındaki androidler insanlar tarafından oldukça kötü muamele görüyor. Oyuncu olarak yönettiğimiz üç karakter de android. Oyun bir süre sonra sizi öyle karar anlarına sokuyor ki, android gibi kurallara uygun şekilde mi davranmalısınız yoksa oyuncu olarak duygularınızla hareket edip insanlara baş mı kaldırmalısınız, karar vermekte güçlük çekiyorsunuz. Bölüm aralarında, daha önce Beyond Two Souls’da karşıma çıkan, seçimlerimin dünya çapında diğer oyuncularca yapılan seçimlere göre hangi yüzdelik dilime düştüğünü gösteren bir harita ile karar ağacı çıkarıyor ki, orada hikayenin ne kadar farklılaşabildiğini ve oyunun ne kadar ufak bir bölümünü keşfettiğinizi anlıyorsunuz.

Quantic Dream’ın piyasaya sürdüğü oyunlar

Detroit’in yapılma aşamasında oyuncularla yapılan 3D modelleme çalışmaları ve sahne sahne yapılan çekimlerin yer aldığı Making of Detroit: Become Human oyunun adeta bir Hollywood yapımı bir film gibi tasarlandığını gösteriyor. Oyunu oynamış olanlar ya da oynayacaklar için bitirdikten sonra mutlaka gözatmasını tavsiye ederim.


Making of Detroit: Become Human

Video oyunlarına kısa bir ara verelim ve çok beğenilen Black Mirror dizisine gözatalım. 2018’in son günlerinde Netflix, Black Mirror dizisinin yeni sezonunu Bandersnatch isimli daha önce örneği olmayan bir formatta bir bölüm ile açtı. Bandersnatch Netflix’i izlediğiniz cihazın kontrol aygıtını (mouse, uzaktan kumanda ya da oyun kolu) kullanarak size dizi karakterine seçimler yaptırabilen, siz seçim yaptıkça diziyi bu seçimlere göre yönlendiren oldukça yaratıcı ve çığır açan bir bölüm idi. Pek çok kötü eleştiriye rağmen biz oldukça beğendik bu bölümü. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadan defalarca sona varıp tekrar başa dönüp ilerleyip durduk izlerken.

Hikayeye yön verebilmek ve her seçim yaptığınızda acaba diğer seçeneği seçseydim ne olacaktı düşünceleri bu tarz oyun ve artık yeni nesil dizilerin verdiği en büyük haz sanıyorum. Henüz oynama şansı bulamadığım Telltale Games’in oyunlarından Wolf Among Us ve Until Dawn’ı geliştiren Supermassive Games’in yeni oyunu The Dark Pictures Anthology: Man of Medan listemde beklerken Detroit: Become Human bitmesin diye elim başlat butonuna gitmiyor..


Supermassive Games’in yeni oyunu The Dark Pictures Anthology: Man of Medan

Vertigo – Ölüm Korkusu Bluray İncelemesi

Hitchcock, master of suspense…

Vertigo bir adamın (James Sterward) takıntıları ve ilk defa aşık olması hakkında bir film. Sevdiği kadın ölen bir adamın, bu kadını başka bir kadında tekrar canlandırma çabası. Bu gerilim filminde aynı zamanda derin bir duygusallık mevcut, belki de filmi bu kadar güzel yapan bu. Daha film başlar başlamaz bir ölüm sahnesi görüyoruz ve karakterimiz Scottie’nin “kusuru” yani yükseklik korkusunu öğreniyoruz ve sahneden çıkıp hikayeye dalıyoruz. Bir dedektif olarak dinlendirilen ve belkide masa başı bir göreve geçecek olan Scottie’nin içinde bulunduğu ruh halini yavaş yavaş izleyiciye aktaran Hitchcock bir yandan da başına örülen çoraplardan habersiz olarak Scottie’nin gözünden izliyoruz hikayeyi. Pure Cinema savunucusu Hitchcock, çok sahnede sözleri kullanmadan bize vermek istediğini harikulade aktarıyor, bu biraz da Hitchcock’un sinemaya sessiz sinema ile başlamış olmasından kaynaklanıyor. Hikayeyi yer yer kahramanın gözünden takip ediyoruz, onunla özdeşleşiyoruz, sonra f,ilmin ikinci yarısı başlıyor ve bir anda kahramanın bilmediği pek çok bilgiye sahip olup geriliyoruz. Sürekli kahramanı bir şeyler peşinde koşturarak bizleri geriyor sonra bu “şey” boş çıkıyor ve rahatlıyoruz. Bunu defalarca arka arkaya yapan Hitchcock adeta izleyiciyle oyun oynuyor.

Hitchcock öyle bir yönetmen ki, filmde Scottie’nin yükseklik korkusunun nasıl hissettirdiğini izleyiciye de hissettirebilmek için günümüzde vertigo effect denen kameranın zoom’u ve kameranın kendisini ters yönlerde hareket ettirerek yapılan bir teknik bulmuş. Mühendislik eğitimi almasının faydalarından biri diyebiliriz sanırım. Hangi yönetmenin kendi adında anılan bir tekniği var ?

Madeleine’nin adeta ölümden döndüğü o muhteşem sahne belki de defalarca izlenebilecek bir sahne, zaten bu yüzden filmin en önemli sahnesidir herhalde. Ek seçeneklerdeki Truffaut ile yapılan röportaj’da bu sahne ile alakalı yorumlar dikkat çekici ve şaşırtıcı. Bu kısmı sürpriz bırakıyorum.

Yine aynı röportajda Hitchcock filmi nasıl iki ayrı hikayeye ayırdığını. İlk hikaye bittikten sonra ikinci hikayenin hemen başında tüm hikayeyi izleyiciye verip nasıl şok ettiğini, fakat Scottie’nin bilmediği detaylar yüzünden nasıl izleyiciyi gerdiğini ve meraklandırdığını anlatıyor.

Yine aynı sohbetten filmin çeşitli yerlerinde kullanılan sis filtreleri sayesinde gizemli bir görüntü elde edildiğini, Hitchcock’un Madeleine’nin gizemli gözükmesini istediğini anlatıyor.

Ek Seçenekler

Çok ama çok doyurucu ekstraların olduğu bir disk. Bu yüzden klasiklerin bluray’leri her zaman ayrı bir heyecan yaratıyor bende. Menüsü biraz zor yönetiliyor ama problem yok, içerik bol olsun yeter.

  • Yükseklik Korkusu Takıntısı, Hitchcock’un Başyapıtı İçin Yeni Hayat (29dk) : Vertigo’nun çekimleri ile alakalı bolca röportaj barındıran yaklaşık yarım saatlik bir belgesel. Martin Scorsese’den, Kim Novak’tan Barbara Bel Geddes’e ve Hitchcock’un kızına ve filmi yenileyen mühendislere kadar çok geniş bir katılımcı ile röportaj yapılmış. Ekstralar arasında en değerli bölümü bu belgesel oluşturuyor. Film hakkında bir çok detayı bu belgeselde öğreniyoruz.
    Belgesel, Hitchcock’un San Francisco’ya gelişi ve burada bir cinayet filmi çekme hayali ile başlıyor. Restorasyon çalışmaları ile devam edip, mekan seçimleri anlatılıyor. Oyuncu seçimlerinde Madeleine için Vera Miles’ın tercih edildiğini hatta ilk kostüm testlerinde ve hatta Carlotta portresi için de model olduğunu öğreniyoruz. Fakat art arda gelen ertelemeler sonrasında Vera hamile olduğunu ve filme devam edemeyeceğini açıklıyor. Bunun üzerine Hitchcock Kim Novak ile devam etme kararı alıyor. Vertigo Effect’in nasıl uygulandığı ile alakalı bir bölüm izliyoruz. Sonra tekrar restorasyon çalışmaları ile belgeseli bitiriyoruz.
  • Suç Ortakları: Hitchcock’un İşbirlikçileri : Bu bölümde Hitchcock’un Vertigo ve daha pek çok filminde beraber çalıştığı alanının en iyisi profesyonelleri tanıyoruz.
    • Saul Bass (10dk) : Grafik tasarımcısı, özellikle girişte karşımıza çıkan vertigo’yu ifade eden spiral ile tanınıyor. Ayrıca Psycho’nun efsanevi girişini de tasarlayan tasarımcı.
    • Edith Head (17dk) : Holywood’a nasıl giyinileceğini gösteren kostum tasarımcısı diye başlıyor bu bölüm. Edith Head, gri renk elbisenin San Francisco’nun sisini temsil ettiğini ve gizem taşıdığını bu yüzden bu elbisenin çok önemli olduğundan bahsediyor. Fakat sarışın kadınlara gri yakışmadığından dolayı Kim Novak’ın gri giymek istemediğini öğreniyoruz. Durumdan haberdar olan Hitchcock’un onu razı ettiğini öğreniyoruz.
    • Bernard Herrmann (14dk) : Pek çok Hitchcock filminin müziklerini yapan müzisyen. Film ile tam uyumlu müzikler nasıl yapılır ? Ders niteliğinde film müziklerine imza atmış bir müzisyen.
      Psycho ve Vertigo müzikleri benim favorim.
    • Alma, Master’s Muse (12dk) : Hitchcock’un ilham perisi, biricik eşi. Hitchcock’ın kızı ve torununun yorumlarını bolca dinlediğimiz yönetmenin aile yaşamına odaklanan şahane bir bölüm. Bu bölümde Hitchcock ve eşi Alma’nın evlerine ne kadar bağlı bir çift olduğunu ve ev yaşantılarını görüyoruz. Hichcock sık sık filmleri hakkında eşine görüşlerini aktarır ve fikir alırmış.
  • Hitchcock/Truffaut (14dk) : Hitchcock ile Truffaut’ın ABD’de 1962’de 50 saat boyunca yapılan ve Hitchcock’un tüm filmleri üzerine yaptıkları sohbetleri kitaplaştırılıyorlar. Bu bölümde bu sohbetlerden Vertigo ile alakalı kısımdan bir parçayı dinliyoruz.
  • Ülke Dışındaki Sansür Sonu (2dk) : Hitchcock’un ABD dışındaki sansür komiteleri için hazırladığı alternatif son.
  • Ölüm Korkusu Arşivi : Folca fotoğraf ve çizimden oluşan bir bölüm.
  • Yönetmen William Friedkin İle Film Yorumları : The Exorcist’in yönetmeni William Friedkin’in yorumları ile filmi izlemek için bir seçenek.
  • Universal’in 100 Yılı: Lew Wasserman Dönemi (8dk) : Stüdyo yöneticisi Lew Wasserman ile alakalı bir belgesel, stüdyo sistemini bitirip Hollywood’a star sistemini getiren kişi olan Lew ve herşeyin değiştiği bu yeteneğe dayalı dönemi anlatan bir kısa belgesel.

Ahlat Ağacı Blu-ray İncelemesi

İnsan neden en yakınındaki hayatı yaşamak zorunda?

Yeni bir Nuri Bilge Ceylan filmi izlemek hep heyecanlandırmıştır beni. İlk olarak Uzak filmi ile tanıdığım yönetmenin her yeni filmini heyecan ile takip edip, sinema dilinin zamanla değişimine tanık olmak hoş bir deneyim oldu yıllardır. İzlemeye doyamayacağınız fotoğrafik sahnelerle mest olup, karakterlerin iç dünyalarına dalmak, onları daha derinden anlamaya çalışmak muhteşem bir deneyim.

Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde gösterilip, ardından ülkemizde gösterime giren Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Ahlat Ağacı DVD ve Blu-ray formatlarında yine geçtiğimiz yılın sonunda piyasaya sürüldü. Tüm Nuri Bilge Ceylan filmleri DVD ya da Blu-ray olarak tozlu rafimda yerlerini aldılar. Tamamında filmin yanında muazzam bir ek içerik olduğu için NBC filmleri piyasaya sürülünce beni ayrı bir heyecanlandırıyor. Yerli filmler arasında benzer içeriğe sahip başka hiç bir yapım yok maalesef. Yalnız Ahlat Ağacı Blu-ray’inde (DVD’de de durum aynı) maalesef bu çizginin dışına çıkılmış. Diskte film ve altyazı seçenekleri dışında hiç bir ek özellik veya içerik mevcut değil. Sahne seçimi dahi yapamıyorsunuz. Sınırlı sayıda çıkan ve standart blu-ray fiyarlarının neredeyse iki katı fiyatına satılan diskin bu şekilde satılması rahatsız edici. Film 6K formatında çekildiği için kaliteyi koruyabilmek için sadece çift katmanlı Blu-ray disk olarak piyasaya sürüldüğü için bu şekilde bir tercih yapılmış olabilir belki. Ama daha önce piyasaya sürülen NBC filmleri gerekirse iki disk olarak hazırlanıp ve kamera arkası görüntüler, Cannes Festivali basın açıklaması, röportajları ve kırmızı halı çekimleri diskte mutlaka yer alırdı. Bunlara alıştığımız için Ahlat Ağacı’nın bu kadar sade bir şekilde sunulması hayal kırıklığı oldu. Konu ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik durum ile alakalı da olabilir. Ya da daha önce hiç rastlamadığım şekilde filmin Doğan Kitap tarafından piyasaya sürülmesinden dolayı böyle bir durum söz konusu olabilir. Konu ne ile alakalı olursa olsun film özel basım olarak sınırlı sayıda çıkıyor ise nacizane fikrim, maliyeti ve satış fiyatını arttırmak pahasına bir özel seçenekler diski dahil edilebilirdi. Belki ilerleyen zamanlarda farklı bir versiyon ile bu içeriğe de ulaşabiliriz.

Disk görsel olarak kusursuz, 6K çekilen Ahlat Ağacı’nı muhteşem bir kalitede izliyorsunuz, evinizdeki ekipman iyi ise kesinlikle verdiğiniz paraya değiyor. Seveni vardır eminim ama açıkçası antipatik bulduğum Doğu Demirkol’un canlandırdığı Sinan, karakter olarak Doğu Demirkol’a çok benziyor. Yönetmen oyunculuk deneyimi olmayan bir komedyeni Sinan karakteri için seçerek risk almış gibi gözüküyor, fakat çok doğru bir tercih yapmış. Murat Cemcir’i de Sinan’ın babası İdris rolünde görüyoruz. Ahmet Kural ile görmeye alıştığımız filmdeki bir diğer komedyen de çok doğru tercih olmuş. Filmdeki oyunculuk ve karakterler beni çok etkiledi. Sinan’ın Hatice ile karşılaştığı sahne defalarca izlenebilecek bir sahne.

NBC filmlerinde zamanla gitgide daha fazla diyalog görmeye başladık. Özellikle Bir Zamanlar Anadoluda ve Ahlat Ağacı diyaloglar üzerine kurulu filmler. Yönetmenin daha önceki filmlerinde, özellikle ilk dönem filmlerinde çok az diyalog izliyorduk. Dört Mevsim’deki diyalogları hatırlayınca NBC sineması çok yol katedmiş diye düşünmemek elde değil. Şahane bir senaryo ile çalışmış Ahlat Ağacı’nda. Tek takıldığım yer, çok felsefi ve edebi konuşmaların yer aldığı diyalogların bir kısmını ilçe imamlarının ağzından dinliyor olmak biraz zorlama olmuş gibi geldi bana. Filmdeki neredeyse her karakterin geniş dünya görüşleri var ve kendilerini çok iyi ifade ediyorlar. İyi bir film, izleyiciyi içine alıp dış dünyadan soyutlamalı, bahsettiğim diyaloglar Ahlat Ağacı’nın dünyasından uzaklaşmama sebep olan sahneler oldu.

Cannes’te dakikalarca alkışlanan gala gösterimine rağmen festivalden ödülsüz dönen film yine Cannes’teki fotoğraf çekimi ile alakalı yaşanan tartışmalarla günlerce konuşuldu. 188 dk yani 3 saati aşan bir film için oldukça akıcı bir izleme tecrübesi sunuyor Ahlat Ağacı. Ramize Erer tarafından hazırlanmış ve sadece Blu-ray disklerde kullanılan kapak tasarımı muhteşem.

Nuri Bilge Ceylan hayranlarının zaten kütüphanesine katacağını düşündüğüm disk, özel seçenekler konusunda hayal kırıklığı yaratsa da sahip olunması gereken bir blu-ray.

Şato – DVD İncelemesi

Michael Haneke’in en sevdiğim yönetmenlerden biri olduğunu söylemiş miydim ? Evet, Mutlu Son‘da söylemişim. Bu sebepten her filmini bir kolleksiyoncu olarak alıp saklıyorum. Şato filmi en nadir bulunan ve pek bilinmeyen filmlerinden biri. DVD’sini bulmak beni şaşırtmıştı açıkçası. Çünkü Haneke bu filmi Ölümcül Oyunlar‘dan önce 1997 yılında televizyon için çekti. Dolayısıyla pek bilinen bir filmi değil.

Şato, Haneke’nin Yedinci Kıta, Benny’nin Videosu ve Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası‘ndan oluşan Duygusal Buzlaşma Üçlemesinden sonra, Ölümcül Oyunlar‘dan önce çekildiği için ayrı bir heyecan yaratıyor. Çünkü bu dönem Haneke’nin en şoke edici filmlerini çektiği dönem. Film Kafka’nın aynı isimli romanının Haneke tarzında bir uyarlaması. Bay K.’nin kadostro memuru olarak bir köye atanmasını, ama köylülere kendini bir türlü kabul ettirememesi, kanıtları ararken kendisininde şüphe etmeye başladığı varlığı üzerine geçen bir hikaye. Filmin Oyuncuları Ulrich Mühe ve Susanne Lothar’ı, ki kendileri gerçek hayatta evliler, Ölümcül Oyunlar‘da evli bir çift olarak görüyoruz. Bay K.’nin yardımcısı Arthur’u ise yine Ölümcül Oyunlar‘da evi istila eden Peter olarak görüyoruz.

DVD’nin görsel kalitesi tatmin edici değil. Kolleksiyoncu olarak bu filmin diskini elde etmek memnun edebilir ama, seyir zevki düşük. Fakat DVD’ye muhteşem bir kapak tasarımı yapmışlar bence. Bay K.’nin yardımcıları Bay K.’nin görev evranlarını ararlarken karıştırdıkları dolap DVD kapağı olarak kullanılmış.

Özel Seçenekler

Diskin özel seçenekler bölümünde Yapım Belgeseli başlıklı bir dosya görmek beni heyecanlandırdı ve sevindirdi. Dosyanın 56 dk’lık bir kamera arkası ve röportajlardan oluşuyor olması daha da mutlu etti. Fakat belgeseli izledikçe bunun Kurdun Günü ile alakalı bir belgesel olduğunu farkettim. Maalesef belgesel içerisinde Şato filminin adı dahi geçmiyor. Kurdun Günü’nün çekimleri, galaları ve röportajlarından oluşan bir belgesel eklenmiş diske. Şato filmi ile alakalı internette de çok az kaynak bulunduğunu düşünürsek normal karşılanabilir ama aldığınız bir diskte farklı bir filmin belgeseli ile karşılaşmak hayak kırıklığı yaratıyor.

AC/DC Live At Donington Blu-Ray İncelemesi

Rock ve metal müzik ile yolu kesişmiş hemen her dinleyicinin beğenisini kazanmış, Avustralya kökenli rock grubu AC/DC benim de bir dönemime damgasını vurmuştur. Üstelik aylarca dinlediğim albümleri ne Back in Black‘dir ne de Highway To Hell‘dir. 1992 tarihli konser kaydı AC/DC Live albümüdür.

Scream For Me Sarajevo ile başlayan Hammer Müzik’i “yeniden” keşif serüvenim, AC/DC ile devam etti. İleriki aylarda yeni konser diski incelemelerim ile devam edecek gibi gözüküyor. İşte yine Hammer Müzik’in yeni gelen albümler listesini karıştırırken gördüğüm AC/DC Live At Donington Blu-Ray diskini yıllar önce haftalarca kişisel en çok çalanlar listemde bir numarayı işgal eden AC/DC Live albümü diye düşünüp aldım. Yanılmışım, aslında bu iki kayıt birbirinden farklıymış, ama çok da farklı değilmiş. Her iki konserin setlistleri neredeyse aynı. Live At Donington konser kaydı 1991 yılında, İngiltere Leicestershire’da Metallica, Mötley Crüe, Queensryche ve The Black Crowes ile beraber  katıldıkları Monsters of Rock festivali konser kaydı.

Onlarca konsere gitmiş biri olarak en iyilerini sırala deseniz, bir elin parmağını geçmez sayacaklarım. Akılda yer eden ve sizi içerisine alan konserler en iyi deneyimi yaşatıyor. Roger Waters’ın The Wall’u mesela, benim için ilk sıralardadır. AC/DC’nin Live At Donington konseri orada olamasamda, hatta henüz AC/DC’yi canlı izleme fırsatım olmamış olsa da bu kategorideki konserlerden biri. Parçaların her biri grubun en iyi parçalar albümüne girmeyi hakedecek parçalar. Konser izleyicileri muazzam, ufka kadar insan dolu her yer. Konser AC/DC konserleri için artık klasik olmuş bir şekilde Thunderstruck ile başlıyor, Angus Young’a odaklanan gözleriniz tüm konser boyunca ayrılmıyor kendinden, enerji dolu  Angus, sürekli kameraları meşgul ediyor. Hemen her parçaya özel bir sahne şovu eklemiş grup. Ben en çok Hell’s Bells’teki sahnenin ortasına indirdikleri çana hayran kaldım. Ayrıca sahnenin üzerine yirmi civarı top yerleştirilmiş ve bunlar veda parçası For Those About to Rock (We Salute You) parçasında ateşleniyor. Yaklaşık iki saatlik konser, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bitiveriyor.

Özel Seçenekler

Diskin kutusunun içerisinden, albümlerde olduğu gibi bir de kartolet çıkıyor. Turne tarihleri, konser haberi detayları ve fotoğraflardan oluşan ufak bir kitapçık.

Bir konser Blu-Ray’i için açıkçası özel seçenek beklentim yoktu. Az da olsa fanları memnun edecek bir içerik eklenmiş diske.

Konser kaydını, seçeceğiniz bir grup üyesinine kameralar odaklanmış şekilde izleyebiliyorsunuz, meraklısının ilgisini çekebilir belki bu özellik. Onun dışında diske yorum eklenmiş, Angus ve Malcolm Young bir moderatör eşliğinde konser üzerine anılarını anlatıp ve yorumlarını yapıyorlar. Altyazı seçeneği de olmasına rağmen ben bir türlü altyazıları aktif hale getiremedim. Şiveden ötürü de konuşulanların çok kısıtlı bir bölümünü anlamak mümkün oluyor maalesef. Bu özel seçeneği de çok başarılı bulmadım. En azıdnan İngilizce altyazıları aktif olabilseydi belki daha memnun kalırdım.

Bunlara ek olarak bir de AC/DC albümlerini tanıtan bir bölüm eklenmiş diske. Albümü seçince albümdeki parçaları listeliyor. Bazı albümler için yine gurp üyelerinde kaydedilmiş sesli yorumlar mevcut.

Alien – Yönetmenin Özel Versiyonu – DVD İncelemesi

That’s not our system!

Film

Son aylarda zevkime göre Bluray çıkmadığı için daha önceden satın aldığım ve izlemek üzere beklettiğim DVD ve Bluraylere yöneldim. Yaratık – Yönetmenin Özel Versiyonu da bunlardan bir tanesi. İlk kez ne zaman izlediğimi hatırlamadığım, muhtemelen bir Parliament sinema gecesinde tanıştığım Yaratık’ı tekrar izlemek, üstelik Alien Covenant gibi güncel bir Yaratık filminin üzerine izlemek şahane bir tecrübe oldu. Böyle seri filmleri sırası ile izlerim normalde ama nedense böyle yapmadım Yaratık için.

Bazı filmler var ki izlerken 70-80’lerde çekildiğine şaşırıyorsunuz. Görsel efektler günümüz teknolojisi ile kıyaslayınca fena halde sıkıcı gelebiliyor. Birçok kişi kızacaktır biliyorum ama Terminatör mesela bu kapsamda benim için. Ama Yaratık bu filmlerden değil, görsel açıdan gayet tatmin edici (bir sahne hariç, sanırım herkes aynısını düşünüyordur). En son bu düşünceyi The Thing – Şey’i izlerken düşünmüştüm.

Film ticari kargo gemisi Nostromo’nun bir yardım çağrısı alıp çağrıyı araştırmak üzere bilinmeyen bir gezegene gitmesi ve mürettebatın başına gelenler üzerine bir bilim kurgu, gerilim filmi. Ekstralarda yer alan yorumlu versiyonu izlediğinizde şahane detayları farkediyorsunuz filmde. Mesela gemi içerisindeki teknik ekipmanların uçak mezarlığından toplanıp çoğaltılarak gemi içersine monte edildiğini, yıllanmış gibi gözükmesi için ayrıca bir çalışma yapıldığını öğreniyoruz.

Özellikle  gezegende bulunan geminin içine giren mürettebatın gösterildiği sahnelerde Ridley Scott’ın yaptığı yorumlar ve betimlemeler harikulade Sanki başkasının filmini izlerken yorumluyormuş gibi bir havada anlatıyor. Geminin iç yapısının ne kadar organik olduğuna, yumurtaların bulunduğu yerdeki lazerin adeta yumurtaları koruyan bir zar olduğunu, Kane’in ayağı kayıp lazerin içerisine doğru düştüğü zaman bir şeyleri tetiklemiş olabileceği, adeta bir kabuğu kırdığını betimlediği müthiş yorumlar filme bakış açınızı değiştiriyor.

Özel Seçenekler

Diskin menüsü ilk bakışta fazlasıyla karışık bir hiyerarşide düzenlenmiş, pek çok içerik mevcutmuş gibi geliyor, labirent gibi nereye tıklayacağınızı şaşırıyorsunuz. Bir süre sonra deneme yanılma yoluyla menüyü keşfedince hakim oluyorsunuz. Bunun bilinçli bir tercih olduğunu daha sonra idrak ediyorsunuz. Diskin menüsü filmin anlatım dili ile tam bir uyum içerisinde, menüde dolaşırken adeta Nostromo’nun koridorlarında geziyormuş ya da terminallerinden birini kullanıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Diskte 2003 Yönetmenin Özel Versiyonu ve 1979 da dağıtılan sinema gösterimi versiyonu mevcut. Yönetmenin Özel versiyonu menüsü altında yönetmen, teknik ekip ve oyuncuların topluca yaptıkları yorumlu anlatım ekstrası mevcut. Çok kalabalık bir ekip tarafından film yorumlandığı için ve kimin konuştuğunu göremediğiniz için takip etmesi biraz yorucu geldi bana.

Buna ek olarak filmin hemen başında Ridley Scott tarafından filme giriş tanıtım videosu eklenmiş diske. Bu içerik filmi izleme deneyimi sırasında karşınıza aniden çıktığı için biraz şaşırtıyor. Ridley Scott, yönetmenin özel versiyonunda filme yaptığı müdahaleler hakkında bilgi veriyor.

Diskte bunlar dışında özel seçenek bulunmuyor.

 

Scream For Me Sarajevo – BluRay İncelemesi

We’re a rock band, who wants to shoot us ?

Scream For Me Sarajevo, efsanevi İngiliz heavy metal grubu Iron Maiden’ın solisti Bruce Dickinson’ın 1994 yılında Bosna Savaşı sırasında Sırp işgali altındaki Saraybosna’da verdiği konser, ve konsere hazırlanma aşamasında yaşananlar, Saraybosna’da yaşananlar ile Bruce ve grubu Skunkworks’un üyelerinin yaşadıkları üzerine çekilmiş bir belgesel. İşgal altında bir şehirde konser vermek gerçekten cesaret isteyen efsanevi bir olay ve bunu olsa olsa herhalde sadece rock/metal grupları yapabilir diye düşünüyorum. Belgeseli izlerken Dickinson’ın kararı ve kararın sonrasında Saraybosna’ya ulaşım konusunda yaşananları izlerken hayal edebileceğimizden çok daha zor bir şeyi gerçekleştirdiklerini anladım.

Bir uçak veya helikopter ile şehre inip konseri askerlerin koruması altındaki bir mekanda verip sonra yine uçarak şehirden ayrılmışlardır diye düşünüyor ilk bakışta insan. Dickinson’da konser kararını verirken aynen benim dediğim gibi olur diye veriyor açıkçası. Ama gelişen olaylar sonrası bir kamyonun arkasında Saraybosna’da kuşatılamamış tek dağ olan Igman Dağı’nı geçerek gece boyu yapılan bir yolculuk, grup üyeleri dahil kimsenin aklının ucundan geçmemiş. Üstelik bulunan kamyonun üzerinde Road Runner figürü olan sarı renkte adeta vur beni mesajı ileten bir kamyon olması, izlerken insanı şaşkınlığa sürüklüyor. Chris Dale’ın “We’re a rock band, who wants to shoot us ?” sözleri ve sonrasında gördüğümüz Saraybosna’daki katliamı gözler önüne seren görüntüler insanda soğuk duş etkisi yaratıyor.

1990’larda Saraybosna’da yaşayan alternatif müzikle ilgilenen gençlerin yaşamları, savaş zamanı yaşananlar ve savaşın onları ve gruplarını nasıl etkilediği üzerine röportajların yer aldığı belgesel, insanların savaşa rağmen nasıl morallerini yüksek tutmaya çalıştıklarını gösteriyor. Bu açıdan Bruce Dickinson gibi bir efsanenin şehre gelip konser vermesinin verdiği moral çok önemli. Konser sonrası grup elemanları ve konsere katılan izleyiciler ile günümüzde çekilen röportajlarda bunu açıkça görebiliyoruz. Grup üyelerinin dünya görüşleri değiştirmiş bu konser hayatlarında bir mihenk taşı haline gelmiş adeta.

Diski internet üzerinden BluRay tedarik edebileceğimiz sitelerden alabiliyoruz. Ben Kadıköy’deki Hammer Müzik’ten aldım. Benim elimdeki kopyada Türkçe altyazı seçeneği yok. İngilizce altyazılı olarak izledim. İnternet üzerinden tedarik edeceğiniz disklerdeki altyazı seçeneklerini bilmiyorum açıkçası.

Diskte herhangi bir ekstra bulunmuyor. Sadece belgeseli ve altyazı seçeneklerini içeriyor.